16 Nisan 2014 Çarşamba

BİYOETİK AÇISINDAN...

TÜP BEBEK VE CİNSİYET SEÇİMİ


Tanımlanabileceği en kısa ifadeyle, yumurta hücresinin in vitro olarak (Vücut dışında) sperm hücresiyle döllendirilmesi işlemi olan in vitro fertilizasyon yani tüp bebek yöntemi ilk defa 1978 yılında  FizyoloRobert G. Edwards tarafından başarıyla gerçekleştirilmiş ve bu başarı 2010 yılında Nobel Fizyoloji ve Tıp ödülüne layık görülmüştür.

Özellikle yumurta üzerindeki çalışmaları kapsayan in vitro fertilizasyon işlemi, yumurtalıkların uyarılması, yumurtaların olgunlaştırılması, yumurta toplama (OPU), fertilizasyon (döllenme), embriyo transferi ve gebelik testini kapsayan bir dizi aşamayla gerçekleştirilir.


Tüp bebek uygulaması normal döllenme sırasında yaşanılabilecek sorunların en aza indirilmesi ve/veya döllenme şansını arttırmaya yönelik bir uygulamadır ve bu uygulama için genel olarak döllenme işleminin laboratuvar ortamında gerçekleştirildiği bir uygulama olduğu söylenebilir. IVF başarı oranları ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte dünya genelinde yaklaşık başarı oranı %40'tır. Anne adayının yaşı, kilosu ve sağlık durumu gibi etkenler başarıyı etkiler. İlk seferdeki başarısızlık, diğer denemelerde de böyle olacağı anlamını taşımaz. IVF uygulamalarında başarı şansı yüzde 60’ı geçmemekle birlikte birkaç başarısız denemeden sonra da gebeliğin gerçekleştiği görülebilir. Hiç bir sağlık sorunu bulunmayan çiftlerde dahi IVF uygulamalarının başarısız olduğu görülebilir. Aynı çiftlerde sonraki denemelerde gebelik gerçekleşebilir.




Uzun bir deneme sürecinden sonra ''çocuk sahibi olma'' kavramına geçirdikleri başarısızlıklarla sonuçlanmış denemelerle dolu süreçten sonra, belkide olması gerektiğinden fazla anlamlar yüklemeye başlamış olan anne-baba adayları, etik açıdan tüp bebek yöntemi inceleniyorken büyük hassaslıkla dikkate alınması gereken unsur olmalıdır. Çocuk sahibi olmaya çalışan çiftlerin içinde bulundukları psikolojik durumdan yararlanılmak istenilmesi, maddi ve/veya manevi yönden sömürülmeye çalışılmaları, sadece maddi çıkarların söz konusu olduğu durumlarda dahi bu çiftlere umut verilmesi.... Bütün bu olumsuzlukları önlemek amacıyla yasalaşmaya gidilmiş olması, oluşması muhtemel kaosu büyük ölçüde engellemektedir.




Cinsiyet seçimi, bir çiftin çocuklarının cinsiyetini belirleme isteği, bilimin geldiği noktanın göz kamaştırıcılığını bir nebze olsun gösteriyor olsa da biyoetiğin önemini bize hatırlatıyor. Yasalarla engellenmemiş bir ''çocuğunun cinsiyetini belirleme'' özgürlüğü hayal edin! Seksist bir toplum düzeninin gelebileceği noktayı...Cinsiyet frekansı altüst olmuş bir popülasyon düzenini düşündüğümüz anda, o an geldiğinde artık yapılabilecek bir şey kalmamış olabileceğinin çoktan beyninizde kırmızı ışık yayan kocaman bir ampül gibi parlamış olması gerekir. Sadece ülkemiz için düşündüğümüzde bile Türkiye gibi vatandaşlarının büyük bir kısmı ataterkil toplum düzeniyle yetiştirilmiş bir ülkede cinsiyet seçimi özgürlüğünün yaratabileceği karmaşayı hayal etmek, hangi bölgelerde kadın hangi bölgelerde erkek yoğunluğunun artacağını, bir süre sonra oluşabilecek bozuk popülasyon oranlarını tahmin etmek çok zor değil. İki cünsiyete de benzer oranlarda sahip olmayan bir toplum yeni bir jenerasyon oluşturamayabilir veya yeni nesillere aktardığımız genotipik yapımızdan kaynaklanan fenotipik özelliklerimizin yok olması söz konusu olabilir.

İşinde uzman bir insanın eldivenli elleriyle, belli steril şartlarda oluşması muhtemel bir mucizeden bahsederken, kendi parçalarından, ailelerini büyütmek amacıyla bu sürece katılmış çiftler için oluşturulması gereken ''güven koşulları'' hassas psikolojinin yaratacağı olumsuzlukları engelleme ve toplumsal düzeni koruma adına yasalaştırılmıştır.

REFERANSLAR:




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder