31 Temmuz 2012 Salı

MONOKLONAL ANTİKORLAR (MONOCLONAL ANTİBODİES)



      Normalde yabancı madde saldırılarında vücut tarafından çok sayıda farklı antikorlar yapılması bağışıklık sisteminin bir yöntemidir. Bir antikor, spesifik bir antijeni hedefleyen yapışkan bir proteindir.  Daha önceleri  antijen içeren hücreleri yok etmek için bağışıklık sisteminin diğer bölgelerine bağlı olan antikorlar, antijenleri bulup onlara saldırana kadar vücutta sirküle olurlar.
      Spesifik bir antikorun çok fazla kopyası laboratuvurda yapılabilir. Bunlar monoklonal antikorlar olarak bilinirler (mAbs veya moAbs). Bu antikorlar, hastalıklarla mücadelede faydalı olabilirler  çünkü belirli bir hedef için spesifik olarak tasarlanabilirler, örneğin kanser hücrelerini bulabilirler.


        Figür 1 : Hibridoma (sürekli olarak antikor üreten melez hücre) hücrelerinin elde edilişi
                     ve monoklonal antikorların tekli antijen spesifikliği.

     Günümüzde monoklonal antikorlar kanserin bazı tipleri de dahil birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Bu antikorlar, tedavide büyük avantaj sağlarlar çünkü diğer bir takım kanser tedavilerinin aksine bunlar çok spesifiktirler ve yan etkileri hafif olabilir. Fakat araştırmacılar ilk olarak atak için doğru antijeni belirlemek zorundadırlar. Kanser için bu her zaman kolay değildir ve bazı kanserlere karşı diğerlerinden daha faydalı olması için mAbs ler şimdiye kadar denenmiş olmak zorundadır.Yaklaşık son 15 yılda Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (the US Food and Drug Administration ) belirli kanserlerin tedavisi için onlarca mAbs için onay vermiştir. 
      Araştırmacılar olarak daha çok antijen bulmalıyız ki kansere daha fazla etkili monoklonal antikorlar yapmak mümkün olsun. Kanserin bazı türleri üzerinde yeni monoklonal antikorlar klinik olarak denenmektedir.

MONOKLONAL ANTİKORLARIN TİPLERİ
Kanser tedavisinde iki tip monoklonal antikor kullanılır.
  • Çıplak monoklonal antikorlar, kendi başlarına çalışan antikorlardır. Bu monoklonal antikor çeşidi için ilaç veya radyoaktif materyal saldırısı yoktur. Bunlar günümüzde en yaygın kullanılan monoklonal antikorlardır.
  • Konjuge monoklonal antikorlar, bir kemoterapi ilacı, radyoaktif partikül veya bir toksine katılırlar. Bunların görevi en küçük bölgelerde, yönlendirilmiş cihazlar gibi davranarak, kanser hücrelerine gerekli maddeleri doğrudan aktarmaktır.
Çıplak Monoklonal Antikorlar
      Birçok mAbs, kanser hücreleri üzerindeki antijenlere yapışır, ama serbest-yüzücü proteinler veya kanserli olmayan diğer hücreler üzerinde de işlem yapar.
     Çıplak mAbs farklı bir şekilde çalışabilir. Bazı kanser hücrelerine yanıt olarak bağışıklık sisteminin tepkisini arttırabilirler. Diğer görevlerinde biri de kanser hücrelerinin büyümesini sağlayan proteinlerin aktivitelerini bloklamaktır. (Bazen ikisi birden)
       Bazı çıplak antikorlar kanser hücrelerine, onları yıkmak amacıyla, vücudun immün sisteminin bir işarteleyicisi olarak saldırırlar. Alemtuzumab (evre 3-4 refrakter kronik lenfositik lösemi tedavisinde kullanılan monoklonal antikordur ve CD52 ye karşıdır) ilacının kronik lenfositik lenfomada hastaların tedavisinde kullanılması örnek olarak verilebilir. Alemtuzumab, B ve T hücreleri olarak isimlendirilen bağışıklık hücreleri üzerindeki CD52 antijenine bağlanan bir antikordur. Bu antikor, bağışıklık sistemi tarafından hücre tahribatını tetikler.

Konjuge Monoklonal Antikorlar
     Monoklonal antikorlar bir radyoaktif madde, ilaç veya toksine saldırıyorlarsa konjuge monoklonal antikorlar olarak isimlendirilirler. Monoklonal antikorlar bu maddelerden birini doğrudan kanser hücresine almak için yön belirleme makinası aleti olarak kullanılmışlardır. Bu antikorlar hedef antijeni bulup üzerine takılana kadar vücutta sirküle olurlar. Ona en çok ihtiyaç duyduğu toksik maddeyi verirler. Bu durum, vücudun diğer bölgelerindeki normal hücrelerine verilecek zararı azaltır.
      Konjuge monoklonal antikorlar bazen etiketlenmiş veya yüklü antikorlar olarak sevkedilebilirler. Onlar bölünmüş ya da belirli gruplara bağlı olarak bulunabilirler.

REFERANSLAR

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Öyle diyor!

                                                                 

10 Temmuz 2012 Salı






VİRÜSLERİN YAPISI

     Virus, latincede kelime anlamı olarak ' zar ' anlamına gelmektedir. 19. Yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiştir. Robert KOCH, Louis PASTAEUR ve diğer bakteriyologların bazı hastalıklara sebep olabilecek bir bakteri bulamamaları sonucu ortaya çıkarılmışlardır. İlk olarak tütün bitkisinin yaprağında ortaya konulan bir hastalıkta tanımlanmışlardır. Virüsler önceleri bakterilerin salgıladığı bir zehirli madde olarak kabul ediliyordu. Daha sonra, virüsün bir organizmaya bulaşarak bakterilerin salgıladığıbir zehirli madde olarak kabul ediliyordu. Daha sonra, virüsün bir organizmaya bulaşarak hastalık yapabileceği gösterildi. Hasta olan tütün bitkisinden çıkarılan özüt, porselen bir filtreden geçirilerek bakteriler tutuldu. Süzülen özüt, sağlıklı tütün bitkisinin yapraklarına sürüldüğünde, bitkinin hastalandığı görüldü. Hollandalı mikrobiyolog M.W. BEIJERINCK hastalığın kısa zamanda bitkinin bütün organlarına yayıldığını tespit etmiştir. Özütte hiç bakteri kalmadığı halde, sağlıklı bitkiyi hastalandıran bu faktöre, BEIJERINCK, “hastalık yapan canlı sıvı” adını vermiştir. 20. yy. In başlarında ise artık çocuk felci, kızamık, kabakulak, suçiçeği gibi birçok hastalığın nedeninin virüsler olduğu bilinmektedir.
        Normal hücre yapısına benzemeyen virüslerde sadece dış tarafında bir protein kılıf ve içerisinde nükleik aist vardır. Bunların dışında sitoplazma ve organel gibi temel hücrelesel yapılar bulunmamaktadır. Sahip oldukları bu yapı onların parazit olarak sürdükleri yaşamı zorunlu hale getiren yapıdır. Yani bir virüsün yapısı sadece dışta bir protein kılıf ve içerisinde nükleik asitten meydana gelmektedir. Organelleri ve dolayısıyla da çok sınırlı özelliklerde enzimleri olan virüslerin normal bir hücre gibi yaşamlarını sürdürmeleri imkansızdır. Üreme başta olmak üzere temel yaşamsal faaliyetlerini göstermek için mutlaka canlı bir hücreye gereksinimleri vardır. Çünkü hücresel yapılar dışındayken kristal halde bulunurlar. Bu özellikleri sayesinde de bilim adamları tarafından canlılık ile cansızlık arasındaki geçiş formu olarak kabul edilirler. Şekil özelliklerine bakıldığı zaman, virüslerin küre, çubuk ve elips gibi şekillerinin olduğu gözlemlenmiştir.

             Virüsler koruyucu protein bir örtü ile sarılıdır. Genomlar DNA veya RNA içerirler ve her ikisi birlikte bulunmaz. Protein ve enerji üretmedikleri için hücre içinde üremek zorundadırlar. İstisna olarak, adenovirüslerde ribozomlar bulunur; ancak bu ribozomlar işlevsizdirler ve dolayısıyla kullanılmazlar. DNA ya RNA'ya sahip olan virüslerdeki bu viral genom, ya "tek iplikli DNA", "çift iplikli DNA", ya da "tek iplikli RNA", "çift iplikli RNA" olabilir. Genom lineer (yani doğrusal) veya dairesel olabilir. DNA virüslerinin genomları hep tek parça iken, RNA virüslerinin genomları birden fazla parça içerebilir. Virüsler haploittirler. İstisnai olarak retrovirüsler diploid olup genomlarının iki kopyasını da taşırlar.

  Yapısal protein üniteleri "protomerleri" oluşturur. Bu protomerler "kapsomer" denen ve bir aryaya geldiklerinde "kapsid" adını alan bir yapı oluştururlar. Kapsid, viral genomu çevreleyen protein yapısındaki bir örtüdür. Kapsid proteinlerinin genel özellikleri ve sınıflandırılmaları aşağıda tanımlandığı gibi dış kapsid proteinleri ve kapsid proteinleri olarak ikiye ayrılırlar.

- Dış Kapsid Proteinleri; virüsün konak hücrenin reseptörlerini tanıyarak bağlanmasını ve enfekte etmesini sağlayan aracı yapılardan oluşur. Virüsün hangi hücreyi tanıyıp bağlanacağı virüs tipine özgü olduğundan dış kapsid proteinleri de virüs tipine özgüdür. 
-
Kapsid proteinleri; virüs, bir konak hücreyi enfekte ettiğinde enfekte olan hücreyi öldürecek olan hücresel immün cevabın önemli hücrelerinden olan sitotoksik T hücrelerini aktive eden antikorları üreten en önemli antijenlerdendir. Virüslerin dış şeklini bu proteinlerin dizlimi belirler.
- İkozahedral (Icosahedral) = 20 tane üçgen düşünün. Bu 20 üçgen öyle bir dizilmiş olsunlar ki uç kısımları bir çember olsun. Hah işte İkozahedral biçimindeki virüslerin kapsomerleri böyle dizilim gösterirler. Poxvirus hariç tüüüm virüsler ikozahedral biçimdedir (ikozahedral simetri). 
- Helikal (Helical) = Bu alfa heliks şeklindeki proteinler vardı hatırlarsanız bu proteinlerin amino asitleri, protein molekülü tıpkı duş hortumunun şekli gibi kıvrılırlardı. İşte burada da kapsomerler çubuk şeklinde içi boş bir yay yapacak gibi dizilirler. Yalnızca RNA virüslerinde görülen helikal simetri patojen olanlarda zarf da gerektirir. Virüslerin hem helikal hem de ikozahedral simetriye sahip olabildikleri, virüslerle yapılan çalışmalar sonucunda görülmüştür.  

Zarf, virüsün kendi proteinleri ve enfekte ettiği konak hücrenin hücre zarından oluşur. Lipoprotein yapıdadır. Daha sonra enfekte edeceği hücrelerin reseptörlerini tanıyan ve bu reseptörlere tutunmayı sağlayan Glikoproteinler zarf üzerinde yer alırlar. Kapsid proteinleri ile zarf arasındaki etkileşimi ise Matriks Proteinleri sağlarlar.  Nükleokapsid ile zarf arasındaki bölge tegument denir. Zarflı virüsler, en dış katman olarak lipid yaısında bir zarfa sahip olduklarından, lipid çözücülerden çok daha fazla etkilenirler. Ayrıca, zarf proteininin kendisi ve zarfta bulunan glikoproteinler konak organizmadaki immün yanıtın oluşması için çok önemli antijenlerdir. 
En çok sevdiğim kapak fotoğrafım