3 Kasım 2014 Pazartesi

LİSTERİA VE HAREKET SİSTEMİ

   
     Listeria yedi farklı çeşidi olan bir bakteri çeşitidir ve bilinen çeşitleri;  L. grayi, L. innocua, L. ivanovii, L. monocytogenes, L. seeligeri, L. murrayi and L. welshimeri şeklinde isimlendirilmişlerdir. Listeria çeşitleri içinde, insanlar için en büyğk risk patojeni (özellikle Listeriosis için) olan L.Monocytogenes dir. Yiyeceklerdeki bakteri kontaminasyonundan kaynaklanan br enfeksiyon çeşidi olan Listeriosis, özellikle hamile kadınlar, yeni doğanlar, yaşlılar ve immün sistemi zayıf kişilerde etkili olan ciddi bir hastalıktır. Vakalar %20 oranında ölümle sonuçlanmaktadır. İki ana klinik bulgu septisemi (kan zehirlenmesi, kana bakteri ya da toksin bulaşması) ve menenjittir. Listeria, özellikle memelilerde (geviş getirenler başta olmak üzere) etkili bir patojendir ve nadiren insanlarda listeriosise neden olur.





Figür 1: Listeria bakterisinin bilimsel sınıflandırılması 
Figür 2 : Listeria bakterisinin hücreye giriş çıkışı ve takla hareketi

 Başlıca morfolojik özellikleri;
  • Bakteri kısa, Gram-pozitif, Sporsuz
  •  Fakültatif anaerop basildir
  • Oksidaz negatif, Katalaz-pozitif olup kanlı agarda kolaylıkla ürerler
  • En belirgin özelliği 22 derecede hareketli, ancak  37 derecede hareketsiz olmasıdır. Bu özelliği sayesinde derinin normal flora üyesi olan difteroidlerden ayrılır.
  • Listeria monocytogenes gıdaların dekontamine işlemine dirençlidir: Yüksek tuza dirençli, düşük pH’a dirençli ve en önemlisi buzdolabı ısısında çoğalabilme özelliğine sahiptir.
  • Hastalık peynir ve sebze gibi kontamine gıdaların sindirim yolu ile alınması sonucu, transplasental olarak veya doğum esnasında anneden bebeğe bulaşır. Hamileliğinde Listeria bakteriyemisi geçiren annelerden canlı doğan bebeklerin 2/3’ünde enfeksiyon gelişir.
  • Takla atar tarzda hareket karakteristik özelliğidir. 
  • L.monocytogenes makrofaj ve bazı insan doku kültürü hücrelerini istila edebilir ve bu hücrelerin içinde yaşayabilmektedir. 

Hücreye girişi; Bakteride, internalin adı verilen 80-kDa ağırlığında bir yüzey proteini aracılığıyla olur.. İnternalin, insan epitel hücrelerinin yüzeyinde bulunan E-cadherin adı verilen adesyon reseptörüyle etkileşmektedir. Cadherinler 110 kDa ağırlığında transmembran glikoproteinleridir ve dokuya özgüdür. Yapılan çalışmalar L.monocytogenesin internalin/E-cadherin etkileşmesi sonucunda hücre içine girdiğini göstermektedir.

Fagozomlardan çıkışı; L.monocytogenes, hücre içinde, lizozomal füzyon olmadan önce fagozomlardan listeriolizin O adı verilen bir madde ve çeşitli fosfolipazlar salgılayarak kurtulmaktadır. Böylelikle bakteri hücre içinde ki öldürme mekanizmalarından kurtulmaktadır. Listeriolizin O, hly geni tarafından kodlanmaktadır ve streptokokların salgıladığı streptolizin O’ya benzer özellikte bir çeşit por oluşturan hemolizindir. Listeriolizin O, membranda bulunan kolesterole bağlana­rak etki göstermektedir, bu sayede membranda delik oluşturarak bakterinin epitel hücresine girmesini sağlar. Bazı mutantlar, yani hly geni olmayan listerialar avirülan­dır. Bu gen örneğin Bacillus subtilis gibi bir bakteriye aktarıldığında o bakteri stozole kaçma özelliği kazandır­maktadır. 


              Figür 3 : Listeria bakterisinin hücreye giriş çıkışı basamaklarında görevli moleküller

Hücreden çıkışı; Listeria fagolizozomdan sizotole kaçtıktan sonra bakterinin yüzeyinde bulunan, ActA adı verilen başka bir protein aktinin intrasellüler polimerizasyonunu sağlamaktadır. Bu işlem sonucunda bakteri hücrenin içinden yüzeyine doğru itilmektedir. Bu sayede bir hücreden başkasına bakteri geçme özelliği kazanır. Hem de bağışıklık sistemine maruz kalmadan.


                                   Figür 4 : Listerinın  virülansının moleküler mekanizması

REFERANSLAR:

16 Nisan 2014 Çarşamba

BİYOETİK AÇISINDAN...

TÜP BEBEK VE CİNSİYET SEÇİMİ


Tanımlanabileceği en kısa ifadeyle, yumurta hücresinin in vitro olarak (Vücut dışında) sperm hücresiyle döllendirilmesi işlemi olan in vitro fertilizasyon yani tüp bebek yöntemi ilk defa 1978 yılında  FizyoloRobert G. Edwards tarafından başarıyla gerçekleştirilmiş ve bu başarı 2010 yılında Nobel Fizyoloji ve Tıp ödülüne layık görülmüştür.

Özellikle yumurta üzerindeki çalışmaları kapsayan in vitro fertilizasyon işlemi, yumurtalıkların uyarılması, yumurtaların olgunlaştırılması, yumurta toplama (OPU), fertilizasyon (döllenme), embriyo transferi ve gebelik testini kapsayan bir dizi aşamayla gerçekleştirilir.


Tüp bebek uygulaması normal döllenme sırasında yaşanılabilecek sorunların en aza indirilmesi ve/veya döllenme şansını arttırmaya yönelik bir uygulamadır ve bu uygulama için genel olarak döllenme işleminin laboratuvar ortamında gerçekleştirildiği bir uygulama olduğu söylenebilir. IVF başarı oranları ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte dünya genelinde yaklaşık başarı oranı %40'tır. Anne adayının yaşı, kilosu ve sağlık durumu gibi etkenler başarıyı etkiler. İlk seferdeki başarısızlık, diğer denemelerde de böyle olacağı anlamını taşımaz. IVF uygulamalarında başarı şansı yüzde 60’ı geçmemekle birlikte birkaç başarısız denemeden sonra da gebeliğin gerçekleştiği görülebilir. Hiç bir sağlık sorunu bulunmayan çiftlerde dahi IVF uygulamalarının başarısız olduğu görülebilir. Aynı çiftlerde sonraki denemelerde gebelik gerçekleşebilir.




Uzun bir deneme sürecinden sonra ''çocuk sahibi olma'' kavramına geçirdikleri başarısızlıklarla sonuçlanmış denemelerle dolu süreçten sonra, belkide olması gerektiğinden fazla anlamlar yüklemeye başlamış olan anne-baba adayları, etik açıdan tüp bebek yöntemi inceleniyorken büyük hassaslıkla dikkate alınması gereken unsur olmalıdır. Çocuk sahibi olmaya çalışan çiftlerin içinde bulundukları psikolojik durumdan yararlanılmak istenilmesi, maddi ve/veya manevi yönden sömürülmeye çalışılmaları, sadece maddi çıkarların söz konusu olduğu durumlarda dahi bu çiftlere umut verilmesi.... Bütün bu olumsuzlukları önlemek amacıyla yasalaşmaya gidilmiş olması, oluşması muhtemel kaosu büyük ölçüde engellemektedir.




Cinsiyet seçimi, bir çiftin çocuklarının cinsiyetini belirleme isteği, bilimin geldiği noktanın göz kamaştırıcılığını bir nebze olsun gösteriyor olsa da biyoetiğin önemini bize hatırlatıyor. Yasalarla engellenmemiş bir ''çocuğunun cinsiyetini belirleme'' özgürlüğü hayal edin! Seksist bir toplum düzeninin gelebileceği noktayı...Cinsiyet frekansı altüst olmuş bir popülasyon düzenini düşündüğümüz anda, o an geldiğinde artık yapılabilecek bir şey kalmamış olabileceğinin çoktan beyninizde kırmızı ışık yayan kocaman bir ampül gibi parlamış olması gerekir. Sadece ülkemiz için düşündüğümüzde bile Türkiye gibi vatandaşlarının büyük bir kısmı ataterkil toplum düzeniyle yetiştirilmiş bir ülkede cinsiyet seçimi özgürlüğünün yaratabileceği karmaşayı hayal etmek, hangi bölgelerde kadın hangi bölgelerde erkek yoğunluğunun artacağını, bir süre sonra oluşabilecek bozuk popülasyon oranlarını tahmin etmek çok zor değil. İki cünsiyete de benzer oranlarda sahip olmayan bir toplum yeni bir jenerasyon oluşturamayabilir veya yeni nesillere aktardığımız genotipik yapımızdan kaynaklanan fenotipik özelliklerimizin yok olması söz konusu olabilir.

İşinde uzman bir insanın eldivenli elleriyle, belli steril şartlarda oluşması muhtemel bir mucizeden bahsederken, kendi parçalarından, ailelerini büyütmek amacıyla bu sürece katılmış çiftler için oluşturulması gereken ''güven koşulları'' hassas psikolojinin yaratacağı olumsuzlukları engelleme ve toplumsal düzeni koruma adına yasalaştırılmıştır.

REFERANSLAR:




VOSTOK GÖLÜ VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SORULAR

BUZULUN 2 MİL ALTINA GÖMÜLÜ ANTARTİK VOSTOK GÖLÜNDE YAŞAM BULUNDU

2012 yılında Rus bilim insanlari tarafından keşfedilen ve bir buzulaltı gölu olan Vostok Gölü havzasından elde edilen buz çekirdeklerinin analizinde 3507 organizmadan DNA analizi yapılmıştır. Büyük kısmi daha önce keşfedilmemiş birçok bakteri ve diğer tek hücreliler aynı zamanda mantarlarında içlerinde bulunduğu çok hücreli organizmalar bulunmuştur. Bilim insanlarının şaşırtan yaşam çeşitliliğine sahip bu göl için; zorlu şartlarda izole kalmış olabileceği gibi düşünceler vardır.


Radar satellite image of the ice over Lake Vostok, Antarctica Photo: Science Photo Library

Vostok Gölü ilk defa 15 milyon yıl önce buzla kaplanmıştır, şimdi yüzeyin 12000 feet altında gömülüdür ve bu durum yüksek basınç yaratmaktadır. Bu sebeple besin miktarınin az olması bekleniyor. Bununla birlikte, gölden yükselen suyun yukarıdaki geniş buz kütlesinin altında donarak oluşturduğu buz parçacıkları hayat dolu bir ğörüntü ortaya çıkarmaktadır.


Bu keşif diğer gezegenler üzerinde, başka zorlu şartlar altında da canlılık bulunabileceği umutlarını yükseltecektir. Örnek olarak; Jupiter'in uydularından biri olan Europa içinde canlı bulunduran bir okyanusu buz kabuğunun altında gizliyor olabilir.


Buz çekirdeklerinin içindeki biyolojik materyallerin DNA analizini yapan Ohio' daki Bowling GreenState Üniversitesi'nden biyolog Dr. Scott Rogers1; "Herkesin düşündüğünden daha karmaşık sonuçlar elde ettik. Bu bize yaşamın azmini ve organizmaların uzun yıllar önce, bizim yaşadıklarını düşündüğümüz yerlerde nasıl hayatta kalabildiklerini, neyin yaşanabilir olduğu ve neyin değişmediğini gösterir." demistir.

Vostok gölü 160 mil uzunluğunda ve 30 km genişliğindedir ve Antartika buz tabakasının altındaki yaklaşık 6000 mil kare alanı kaplamaktadır.

Çıkarılan örneklerin içerisinde bulunan bakteriler ile balık, kabuklular ve halkalı solucanın sindirim sistemi arasında bulunan ortak özellikler gölde hala yaşayan daha karmaşık hayat olabileceği umudunu doğurmaktadır. 15 milyon yıldır dünyanın gizli kalan ve şimdi izole edilen DNA sekanslarının bazıları bilim için özgun ve derinliklerde evrilmiş yeni bir türe ait olabilir.


                           D. Rogers ve arkadaşları, PLOS One dergisindeki yazıda;

"Bu sekanslar Vostok Gölü içerisinden çıkabilecek karmaşık bir çevreyi akla getirmektedir. Su, deniz, sediment ve buzlu ortamlarda yaşayan organizmalardan alınan diziler buzun içerisindeki hediyelerdir. Buna ek olarak diğer bir büyük çoğunluk hayvan ve/veya bitkilerin simbiyoz tarzında yaşayan organizmalarının dizileridir.

35 milyondan fazla yıl önce Vostok Gölü atmosfere açık bir alandı ve ormanlık bir ekosistemle çevriliydi. O zaman, bir deniz koyu olma ihtimali olan bu göl muhtemelen organizmaların kompleks bir ağını içeriyordu. Yaklaşık 15 milyon yıl önce göl, parçalar halinde buza dönüşmeye başladı. Muhtemelen nu zamanlarda organizmalar gölde birikmeye başlamışlardır. Mevcut koşullar önceki tarihlerden farklı olsa da göldeki organizmalar şaşırtıcı derecede farklılıklarını korumuş görünmekteler. Bu organizmalar Lake Gölü' nde değişen yaşam şartlarına yavaş adapte olmuş olabilirler, geçmiş 15-35 milyon yıl karasal sistemden buzulaltı sistemine dönüşmüş olabilirler. " demişlerdir.


Konuyla ilgili yardımcı linkler;




10 Nisan 2014 Perşembe

BİYOETİK

BİLİM İÇİN ÇALIŞAN İNSANLARDAN;

         İNSAN İÇİN BİLİM


Yunanca 'yaşam' anlamına gelen bios ile 'davranış' anlamına gelen ethos kelimelerinin birleşmesiyle oluşturulmuş olan biyoetik, bir kavram olarak, tıp ve biyoloji başta olmak üzere teknolojik gelişmelerin sonuçlarının kapsamlı olarak incelendiği bir etik alanıdır. ''canlı etiği'' olarak da bilinen uygulamalı etiğin somut koludur ve ''etik'' kavramının tüm insanlarım hayatında somut bir kavram olarak da yer edinmesini sağlamaktadır. Biyoetik somut kavramları yani somut gelecekle ilgili tartışmaların felsefe gibi insanın yaratılış gayesini ve davranışlarını derinlemesine inceleyen bir bilim dalıyla kesişiminden dolayı bu bilim dalının somut dünyadaki dokunuşu olarak da geniş bir kapsama sahiptir.



Gelişen teknolojiyle birlikte ortaya çıkan veya çıkması muhtemel alışılmadık durumlar, biyoloji gibi canlıyı sadece bir nesne olarak görmeyip onun davranışlarını da inceleyen bir bilim dalı için oldukça önemlidir. Sonuçları sadece insanları değil toplumsal yaşamı ve ahlakı hatta politikayı bile etkileyebilecek bilimsel gelişmeler olmaktadır. Bu özelliğiyle tıp etiğinden ayrılan biyoetik, başta uzmanlar olmak üzere tüm insanları etkileyen ve ciddi tartışma konuları yaratan bir kavramdır. 2000' li yılların başlamasıyla altın çağlarını yaşadığını söyleyebileceğimiz bilim her alanda hızlı bir şekilde gelişimini sürdürmektedir ve bu alanların en başında bulunan canlı bilimleri başlığı altında olan moleküler biyoloji, biyomühendislik ve biyoteknoloji alanlarındaki gelişmelere her gün bir yenisi eklenmektedir. Özellikle biyoteknoloji, sadece tanımını bilen biri için bile ''sınırları olmayan bilim'' olarak nitelendirilebilirken, bilimsel çalışmalarda unutulmaması gereken SINIRLAR belli ölçülerde yasalaşmalı mı sorusuna her mantıklı insanın olumlu cevap vereceği bir sorudur.

Biyoetik, genetik harmonizasyonun korunması, ilaç üretimi ve yeni ilaçların geliştirilmesi konularını kapsayan ilaç sanayi, klonlama, öjeni, ötenazi, yapay üreme, kürtaj gibi toplum düzenini derinden sarsması muhtemel konular, insan deneyleri, gen teknolojisi başlığı altında incelenebilecek mutasyon deneyleri, tüp bebekte cinsiyet seçimi, yapay organlar hatta doğum ve ölüm gibi çok daha hassas konuları içeren geniş kapsamlı bir bilimdir. Bu derece hassas ve toplumsal düzeni etkileyecek konular söz konusuyken biyoetik tartışmalarının sadece belli bir kesimin kararlarına bırakılması söz konusu bile olamaz. Tüm insanların bir empati zinciri oluşturarak üzerinde düşünmeleri gereken konuları kapsayan bu etik alanı ''ortak'' çıkarlar göz önüne alınarak belli yasaların konulmasını gerekli kılmıştır.



İnsan Genomu ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” 11 Kasım 1997 tarihinde UNESCO Genel Konferansı ve 9 Aralık 1998’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir. UNESCO Genel Konferansı 16 Ekim 2003 de ise “İnsan Genetik Verileri Uluslararası Bildirgesi”ni kabul etmiştir. Bu iki önemli uluslararası belgede, genetik ayrımcılığın yasaklanması, genetik verilerin gizliliği, bu verilerin toplanma, kullanım ve saklanmasına ilişkin prosedürlerin saydam ve etik kurallara uygun olması, genetik verilerin toplanması ve genoma ilişkin araştırma, tanı ve tedavilerin ancak kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile mümkün olması, insan genomunun doğal durumunda parasal kazanç konusu yapılmaması, üremeye yönelik insan klonlanması gibi insan onuruna aykırı uygulamaların yasaklanması, genetik konusundaki araştırmalarda uluslararası dayanışma ve uluslararası işbirliği sağlanması, genetik verilerin kullanılmasından sağlanan faydalı sonuçların ulusal ve uluslararası alanda adil bölüşümü gibi temel ilkeler ifade edilmektedir1 (Unesco, 09.04.2014).

REFERANSLAR: