TÜP
BEBEK VE CİNSİYET SEÇİMİ
Tanımlanabileceği
en kısa ifadeyle, yumurta hücresinin in vitro olarak (Vücut
dışında) sperm hücresiyle döllendirilmesi işlemi olan in vitro
fertilizasyon yani tüp bebek yöntemi ilk defa 1978 yılında
Fizyolog Robert
G. Edwards
tarafından
başarıyla gerçekleştirilmiş ve bu başarı 2010 yılında Nobel
Fizyoloji ve Tıp ödülüne layık görülmüştür.
Özellikle
yumurta üzerindeki çalışmaları kapsayan in vitro fertilizasyon
işlemi, yumurtalıkların
uyarılması, yumurtaların olgunlaştırılması, yumurta toplama
(OPU), fertilizasyon (döllenme), embriyo transferi ve gebelik
testini kapsayan bir dizi aşamayla gerçekleştirilir.
Tüp
bebek uygulaması normal döllenme sırasında yaşanılabilecek
sorunların en aza indirilmesi ve/veya döllenme şansını
arttırmaya yönelik bir uygulamadır ve bu uygulama için genel
olarak döllenme işleminin laboratuvar ortamında gerçekleştirildiği
bir uygulama olduğu söylenebilir. IVF
başarı oranları ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte
dünya genelinde yaklaşık başarı oranı %40'tır.
Anne
adayının yaşı, kilosu ve sağlık durumu gibi etkenler başarıyı
etkiler. İlk seferdeki başarısızlık, diğer denemelerde de böyle
olacağı anlamını taşımaz. IVF uygulamalarında başarı şansı
yüzde 60’ı geçmemekle birlikte birkaç başarısız denemeden
sonra da gebeliğin gerçekleştiği görülebilir.
Hiç
bir sağlık sorunu bulunmayan çiftlerde dahi IVF uygulamalarının
başarısız olduğu görülebilir. Aynı çiftlerde sonraki
denemelerde gebelik gerçekleşebilir.
Uzun
bir deneme sürecinden sonra ''çocuk sahibi olma'' kavramına
geçirdikleri başarısızlıklarla sonuçlanmış denemelerle dolu
süreçten sonra, belkide olması gerektiğinden fazla
anlamlar yüklemeye başlamış olan anne-baba adayları, etik açıdan
tüp bebek yöntemi inceleniyorken büyük hassaslıkla dikkate
alınması gereken unsur olmalıdır. Çocuk sahibi olmaya çalışan
çiftlerin içinde bulundukları psikolojik durumdan yararlanılmak
istenilmesi, maddi ve/veya manevi yönden sömürülmeye
çalışılmaları, sadece maddi çıkarların söz konusu olduğu
durumlarda dahi bu çiftlere umut verilmesi.... Bütün bu
olumsuzlukları önlemek amacıyla yasalaşmaya gidilmiş olması,
oluşması muhtemel kaosu büyük ölçüde engellemektedir.
Cinsiyet
seçimi, bir çiftin çocuklarının cinsiyetini belirleme isteği,
bilimin geldiği noktanın göz kamaştırıcılığını bir nebze
olsun gösteriyor olsa da biyoetiğin önemini bize hatırlatıyor.
Yasalarla engellenmemiş bir ''çocuğunun cinsiyetini belirleme''
özgürlüğü hayal edin! Seksist bir toplum düzeninin gelebileceği
noktayı...Cinsiyet frekansı altüst olmuş bir popülasyon düzenini
düşündüğümüz anda, o an geldiğinde artık yapılabilecek bir
şey kalmamış olabileceğinin çoktan beyninizde kırmızı ışık
yayan kocaman bir ampül gibi parlamış olması gerekir. Sadece
ülkemiz için düşündüğümüzde bile Türkiye gibi
vatandaşlarının büyük bir kısmı ataterkil toplum düzeniyle
yetiştirilmiş bir ülkede cinsiyet seçimi özgürlüğünün
yaratabileceği karmaşayı hayal etmek, hangi bölgelerde kadın
hangi bölgelerde erkek yoğunluğunun artacağını, bir süre sonra
oluşabilecek bozuk popülasyon oranlarını tahmin etmek çok zor
değil. İki cünsiyete de benzer oranlarda sahip olmayan bir toplum
yeni bir jenerasyon oluşturamayabilir veya yeni nesillere
aktardığımız genotipik yapımızdan kaynaklanan fenotipik
özelliklerimizin yok olması söz konusu olabilir.
İşinde
uzman bir insanın eldivenli elleriyle, belli steril şartlarda
oluşması muhtemel bir mucizeden bahsederken, kendi parçalarından,
ailelerini büyütmek amacıyla bu sürece katılmış çiftler için
oluşturulması gereken ''güven koşulları'' hassas psikolojinin
yaratacağı olumsuzlukları engelleme ve toplumsal düzeni koruma
adına yasalaştırılmıştır.
REFERANSLAR:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder